Zafer Partisi Sözcüsü Azmi Karamahmutoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Ekrem İmamoğlu‘na yönelik soruşturmayı anımsatarak, “Sayın Mansur Yavaş‘a aynı tehditler yapılıyor. Çünkü yaptırdıkları kamuoyu yoklamaları, anketler önlerine geliyor ve hukuk anket sonuçlarına bakılarak işletiliyor adeta. Yani kamuoyu yoklamalarından gelen sonuçlar mı yargıyı harekete geçiriyor diye sormadan edemiyoruz” dedi.
Karamahmutoğlu, partisinin Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında, 19 Ekim Pazar günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacağını anımsattı. Karamahmutoğlu, şunları kaydetti:
“Türkiye politikalarının yanında duran görevdeki Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın yeniden seçilebilmesi, Türkiye’nin takipçisi olduğu politikaların devamı olacağı anlamına gelmekle birlikte, karşısındaki muhalif kesimin adayı olarak seçmen karşısına çıkacak olan sayın adayın ise takip edeceği politika Türkiye’nin izlediği yolda da pek örtüşmeyen politika olduğundan dolayı bir ayrışma söz konusu. Burada Zafer Partisi’nin Kıbrıs’taki seçmenin iradesine bir müdahalede bulunmak gibi bir tercihi yoktur. KKTC vatandaşlarının kendilerinin yapacağı bir seçimdir ve onların alacağı karardır. Biz sadece orada seçmenin ne düşündüğünü anlamak için sahada, yerinde görmek istedik ve gittik. Bir de Zafer Partisi’nin politik olarak ilkesel duruşunu aktardık.”
“Kamuoyu yoklamalarından gelen sonuçlar mı yargıyı harekete geçiriyor?”
Karamahmutoğlu, bazı konser harcamalarında kamunun zarara uğratıldığı gerekçesiyle Ankara Büyükşehir Belediyesi görevlileri hakkında açılan dava ve Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş hakkındaki soruşturma iznine ilişkin ise şunları söyledi:
“19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sayın Ekrem İmamoğlu’na yönelik belediye başkanlığından onun el çektirilmesi, ardından özgürlüğünden yoksun bırakılarak hapsedilmesi bir siyasi hesaplaşmaydı. Sandığa dönük, gelecek seçime dönük bir siyasi hesaplaşmaydı. Rakibini yargı marifetiyle saf dışı, yarış dışı bırakma müdahalesiydi. Öyleyse Ekrem İmamoğlu’nu yargı marifetiyle yarış dışı bırakan muktedir, bir diğer rakibini hayatta bırakır mıydı? Bunu o günlerde de konuştuk her programda. Bırakmazdı ve galiba o günlere geldik. Şimdi Sayın Mansur Yavaş’a aynı tehditler yapılıyor. Çünkü yaptırdıkları kamuoyu yoklamaları, anketler önlerine geliyor ve hukuk anket sonuçlarına bakılarak işletiliyor adeta. Yani kamuoyu yoklamalarından gelen sonuçlar mı yargıyı harekete geçiriyor diye sormadan edemiyoruz.”
“Hem yargısal baskı istediler hem de medya üzerinden baskı istediler”
TBMM Başkanvekili ve DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan’ın kamuoyu ile paylaştığı, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın sözlerine ilişkin de değerlendirmede bulunan Karamahmutoğlu, şunları kaydetti:
“Türk demokrasisini ve ülke bütünlüğünü hem toplumsal hem egemenlik hem de devletin bütünlüğünü hedef alan, bir yıl evvel başlatılmış bulunan ve adına ‘çözüm süreci’ dedikleri, bizim ‘ikinci ihanet süreci’ diye adlandırdığımız ve pazarlık masası olarak gördüğümüz sürecin sonunda geldiğimiz aşama, şımartılmış, küstahlaştırılmış, bölücü siyasetin artık ülkede despotizm talebinde bulunduğu günlerden geçiyoruz. İki gün evvel Pervin Buldan, bölücü başının talebini kamuoyuna açık olarak dile getirdi ve daha fazla baskı istediler. Hem yargısal baskı istediler hem de medya üzerinden baskı istediler. Muhalefet partilerinin, muhalefet kesiminin ve medyanın sürecin aleyhinde yazı yazmaması, sürecin içindeki terör ayağına ilişkin kullanılan dilden rahatsızlık duyduklarını dile getirdiler ve baskı istediler. Doğrudan açıkça Pervin Buldan, Cumhurbaşkanı’na ve AKP hükümetine ve Cumhur İttifakı iktidarına dönük olarak baskı istediğini, tiranlık çağrısı yaparak duyurdu.
Bu Türkiye’mizde demokratik yaşam için Cumhur İttifakı içerisine dahil olduktan sonra DEM Parti, bu Cumhur İttifakı daha bir tehditkâr ve tehlikeli hale gelmiştir Türk demokrasisi açısından. Ve diğer yanıyla da bu zihniyetin, yani vatandaşı seçmenleştirmek için terörü vasıta olarak kullanan, siyaset yapmada terörü araçsallaştıran bu siyasetin güç elde ettiğinde nasıl bir yönetim sergileyeceğine ilişkin apaçık göstergeler sergilemiştir Pervin Buldan’ın bu açıklaması. Yani siyasi partilerinizi ve Allah göstermesin ülkeyi despot, tiran yöntemlerle bir terör örgütünü yönetir gibi yönetmek arzusunda olduklarını ortaya koydular.
“CHP’nin bu pazarlık masasındaki varlığı devam etmemelidir”
Bütün bu geldiğimiz aşamaya bizi taşıyan basamaklar, bölücü başının ayağına gitmek, etnik bölücüleri böylesine şımartmış ve küstahlaştırmıştır. Küstahlaşan bu terörün siyaseti kendi kitlesinin gururunu okşar ve gururunu kabartırken, Türk toplumunun onurunu zedeleyici söz, söylem ve eylemlerde bulunmaktadır. İşte itirazımız ve verdiğimiz yanıtlar, karşılıklar, cevaplar tam da buradan kaynaklanmaktadır ve bu sebepledir. Devamla Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu sürecin bir parçası olmaması gerektiğini söylemiş ve kurulmuş olan komisyon pazarlık masasında olmaması gerektiğini defalarca ifade ettik. Bu pazarlık masasındaki varlığı Cumhuriyet Halk Partisi’nin devam etmemelidir. Cumhuriyet Halk Partisi açıklık ve şeffaflık adına hiçbir yasal dayanağı olmayan bu komisyon pazarlık masasından bir an önce kalkmalıdır. Çünkü partinin kendisine de seçmen düzeyinde zarar vermektedir bu durum.
“Türkiye ekonomisi ve Türk çiftçisine darbe indiren bir tarım anlaşması söz konusu”
ABD ziyaretinde elde kalan adeta siyasal kapitülasyonlar çağrışımı yapan bir hal oldu. Hem ekonomik ayağı var hem yönetime ilişkin ayağı, ülkenin hukukuna, yasalarına ve anayasasına ilişkin ayağı var. Bu sebeple ‘siyasi kapitülasyonlar’ diyorum. Sıvılaştırılmış doğal gaz anlaşması 50 milyar doları aşkın bir rakam. 2045 yılına kadar yapılmış olan bir anlaşma.
ABD ülkesinden buraya diye yapılmış, akıllara ziyan bir açıklama. Fakat belki de bundan daha sakıncalı olan, Türkiye ekonomisi ve Türk çiftçisine darbe indiren bir tarım anlaşması söz konusu oldu. Bu tarım ürünlerinin ABD’den ithal edilecek olan bazı tarım ürünlerinin gümrüklerinin sıfıra indirilmesi anlaşmasıdır ki bunların arasında ilk dikkat çekenler pirinç, tütün, badem, ceviz ve Antep fıstığı gibi ürünler. Bunlarda gümrük oranı sıfıra inmiş vaziyette.
Oysa sadece bu kalemlerde bizim üreticimiz zaten maliyet fiyatının altında satış yapmak zorunda kalıyor. Ve üretim maliyetlerindeki girdi kalemlerinin yüksekliği, mazottan işçiye kadar yüksekliğinden dolayı uluslararası piyasada rekabet edemez haldeyken ABD’den ora sübvansiyonlu tarımsal ürünlerin ülkeye sıfır gümrükle sokulması demek, buradaki çiftçinin tamamen bitirilmesi anlamına gelecektir. Orada bir emperyal güç vardır ve bu emperyal güç ABD, kâh parmak sallayarak, kâh sırt sıvazlayarak, sandalye çekerek ülkeleri sömürme politikasını artık canlı yayınlarda bir performans olarak sergilemekte.” (ANKA)