Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olaylardan biri, ünlü manken Deniz Akkaya ile kızı arasında yaşananlardı! Akkaya ile 15 yaşındaki kızı Ayşe arasında yaşanan kavga ve akabindeki gelişmeler, sosyal medyada en çok konuşulan konulardandı. Deniz Akkaya’nın kızını polise şikâyet etmesi ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının, Akkaya’nın kızını koruma altına alması halkı ikiye böldü; Olaya yorum yapanların bir kısmı Deniz Akkaya’yı haklı bulurken bir kısmı da ünlü mankeni suçladı!
Polemik yaratan olay şöyle gerçekleşti; Akkaya, sosyal medya hesabından açıklama yaparak kızının telefonunu incelerken kendisinden habersiz yurt dışı planları yaptığını ve başka uygunsuz yazışmalara rastladığını öğrendiğini ve bu sebeple telefona el koyduğunu, kızının da kendisine saldırarak 1,5 saat boyunca balkona kilitlediğini ve polis çağırdığını duyurdu. Bu açıklamanın ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı harekete geçerek 15 yaşındaki kız çocuğunu koruma altına aldı ve kıza psikolojik destek verilmeye başlandı! Anne Akkaya, olaya ilişkin sorulan sorulara karşı; “Burnu sürtsün diye ben devlete verdim” ifadesini kullandı!
Çocuk devlet korunmasına alındı alınmasına da sular henüz durulmadı! Bir yandan velayet savaşı devam ederken öte yandan Akkaya’nın babası ile yaşadıkları gün yüzüne çıktı. İnsanların bir kısmı olay için ‘Bir annenin çaresizliği’ derken bir diğer kısım; “Burnu sürtsün diye esirgeme kurumuna vermek nedir, hapishane mi orası! Kol kırılır yen içinde kalır, anne olarak yaptığı ayıptır” şeklinde kınadı!
Valla ben de bu kınayanları kınıyorum açıkçası! Öyle uzaktan ahkam kesip boş keseden atmak, ata sporumuz tamam da haddini fazla aşıyor ama bazıları! Bir kere ergenlik denen bir mevzu var ki içinde olmayan, ergenle yaşamayan bunu anlayamaz!
Bir kere ergen kişi hem erişkin hem de çocuk değildir! Ergen ne çocuk ne de erişkindir, ikisi arasında bir yerdedir ve büyük sabır gerektirir. Değişimle başlayan bir dönüşüm ergenlik, çocukluktan erişkinliğe geçilen bir dönüşüm sürecidir. Kendiyle çelişme, aileyle çatışma dönemidir, bitişine de ‘olgunlaşma’ denir. Hoş ben 40 yaşında hala ergenlikten çıkamayanları, 50 yaşında hala olgunlaşamayıp ham kalanları da gördüm aslında da girmeyeyim şimdi burada. Bir ara fısıldarım kulağınıza- pardon satırlarınıza!
Yalnız son yıllarda bakıyorum da erkekler de tüm hızıyla yaşansa da ergenlik, kızları pas geçiyor bu çağ! Kızlar, çocukluktan kadınlığa dikey geçiş yapıyorlar o kıyafetlerle makyajlarla! Cinsellik yaşı, ortaokula kadar düşmüş, TikTok hesaplarında seksi danslar yapmayanları da dövüyorlar zannımca!
Ergenlik, birey sayılabilmek için verilen mücadele diyor pekbilimciler, iyi de, ‘Git dışarıda mücadele et, ailene huzur ver’’ niye demezler! Ergenler, kaybettiği çocukluğun yasını tutarlarken onları her şeyden çok seven ebeveynlerinden ne isterler!
Hormonlar halay çekerken sinir sistemlerinde, Halil Sezai’nin ‘İsyaaaaannnn’ şarkısı dolaşır dillerinde! Sivilceler, tüm haşmetleriyle cirit atarken bedenlerinde, çileden çıkarırlar çevrelerindekileri, kontrolsüz öfkeleriyle!
Velhasıl azizim, mevzu derin, kınamayın kimseyi, bilmeden ne yaşadığını!
Çünkü ergenlik;
Çocuklukla erişkinlik arasındaki alacakaranlık kuşağı!
Hiç mi korkmuyorsunuz Allah’tan!
Kesif bir barut kokusu, toz, toprak, molozlar arasında binalar, bu binalar arasında pimi çekilerek patlatılmış el bombalarıyla oynayan çocuklar!
Ayaklarında kan izleri bulaşmış, tabanı olmayan ayakkabılar, ertesi güne sağ çıkıp çıkamayacaklarını bile bilmiyorlar!’ Günlerdir gazetelerin çarşaf çarşaf sütunlarında baş gösteren, televizyonlarda, sosyal medyada avaz avaz haykıran ‘savaş’ı izlerken dehşetle gözümde canlanan ilk bunlardı işte!
Ne onurunu koruma, ne canını kurtarma, hemen hepsi ticari rantlar üzerine kurulu, para kazanma misyonlu, ‘daha fazlasına sahip olma’ düsturlu katliam oyunu!
Hunharca kahkahalarıyla bize tüfeğini doğrultup ‘kan, kan’ diye haykıran sonra da kafasına sıkan bir evren karakteri savaş!
Ölüm yağdırır gökyüzünden, kan akıtır nehirlerinden. Sağa sola isabet etmiş şarapnel parçacıkları acıtır yüreği, kopan bacağını arayan adamın feryadı örseler yürekleri!
Savaşta kazanan olmamıştır, sadece anneler kaybetmiştir o kadar!
Hangi devletin kurulması, hangi toprağın kurtulması dindirir, çocuğunu kaybetmiş bir ananın feryadını. Hangi başarı örter üzerini, kucağındaki ölü bebeğe sarılan annenin gözyaşını!
Ya çocuklar? Savaşları o küçücük ellere kim emanet etti, ya da savaşlara çocukları kim teslim etti?
Babaları gözlerinin önünde vurulan, yokluktan ölen kardeşlerinin cesediyle günlerce yaşayan, patlamaların şiddetinden kulakları uğuldayan ve etrafa korkmuş, şaşkın gözlerle bakınan hayata baştan mağlup başlamış savaşın çocukları! Kim anlatabilir ki daha fazla toprağa sahip olma dileğini, petrolün bitmeyen cazibesini!
Onca ültimatoma, sosyal medya kampanyasına, tehdide uyarıya rağmen durmuyor İsrail! Filistin’e savaş işgal etmesinden beri 8 ay geçti ama oraya sahip olma emelinden asla vazgeçmiyor! Son olarak Gazze’nin Refah bölgesinde Filistin halkının kaldığı kamp da İsrail saldırılarının hedefi oldu, çadırkent cehenneme döndü 8 füze ile vurulan Refah’taki çadır kentte barınma yerlerinin plastik ve ahşap olması can kaybını artırdı. Onlarca kişi hayatını kaybetti. Üstelik burası, İsrail’in güvenli bölge olduğunu duyurduğu, Gazze’de evi barkı yok olan kişilere göç çağrısı yaptığı yerdi. Peki bu hainlik değil de neydi?
Kendi derdine düşmüş, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyen dünyaya sesleniyorum, belki başını devekuşu gibi daldırdığın kumdan çıkar vaktidir;
‘Ne iyi bir savaş vardır ne de kötü bir barış’ demiş Benjamin Franklin!
O zaman nedir, içine girmek için bu kadar heves ettiğimiz, çığlık atsam sessiz, sussam çaresiz dediğimiz! Belki de dünya, kötülük yapanlar değil seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir!
Ve bitmek bilmez bir öfkeyle Filistin’e sahip olma hırsından vazgeçmeyen, bu uğurda katliam üstüne katliam yapan İsrail! Sen de duy sesimi!
Eğer sen hiç duymadıysan bu acıları, anlamadıysan savaşın anlamsızlığını hala, sor kendine, ‘Bunun hesabını Allah’a nasıl vereceğim’ diye!
Ve patlamada kolu koptuğunda; ‘Ben büyüyünce, kolum da büyüyecek değil mi?’ diyen çocuk senin çocuğun olsaydı, ne cevap vereceğini de!
………………………………*…………………………………
Dünyanın 2 Çapkını
Savaştan, savaşın yaşattıklarından bahsedince aşktan bahsetmemek olmaz valla!
‘Aşkta ve savaşta her şey mübahtır’ diye söylemezlerdi yoksa boşuna!
Başlığa bakınca bir an için aklınıza rahmetli Süha Özgermi gelmiş olabilir, kendisi milli çapkınımızdı ne de olsa! Ama ne yazık ki kendisi yer almıyor dünya klasmanında!
Zirvedekileri konuşacağız biz, gelmiş geçmiş en ünlü çapkın hangisi;
Don Juan mı Kazanova mı acaba?
Kadınlara karşı fazlasıyla ilgili, tek eşle yetinemeyecek kadar hareketli, ‘mavi boncuk dağıtmak’ konusunda fazlasıyla maharetli olanlara, nam-ı diğer ‘zampara’lara “Don Juan” ya da “Kazanova” deriz. İyi de farkı ne birbirlerinden derseniz;
Biri hayali bir gönül hırsızı, diğeri aşka aşık bir yürek avcısı! Bir tarafta tarih boyunca yazarlar tarafından onların hayal dünyasıyla anlatılan Don Juan diğer tarafta dolu dolu yaşadığı hayatıyla yakışıklılığı ve karizmasıyla Kazanova!
Eveetttt! Don Juan diye biri yok aslında, onun bir hayal kahramanı olduğunu biliyor muydunuz aslında?
Yakışıklı bir İspanyol olan Don Juan, soylu bir ailenin genç kızını baştan çıkararak kendine aşık etmiş. Ancak kızın babası bu beraberliği kabul etmeyince tek yol kalmış geriye, o da kızı kaçırmak! Tam kaçarlarken kızın babası elinde kılıcıyla kapıda belirmiş, Don Juan da silahını çekip babayı öldürmüş! Daha sonra olanlar ise her anlatışa göre değişiyor, bir hikâyeye göre ölen adamı çok sevenler Don Juan’ı öldürüyor, bir diğerinde ise Don Juan kızı terk ederek, başka sevdalara yelken açıyor.
Don Juan, pis zampara! Her kadına iltifat eden, aşkı bir oyun gibi gören, çok yalan söyleyen, kadınla bir kez birlikte olduktan sonra hevesini kaybeden ve arkasına bakmadan kaçıp giden bir karakter! Hiçbir kadını gerçekten sevmiyor Don Juan, sadece kendisine aşık o!
Kazanova ise kadınlara aşık bir romantik! Kadınların ruhlarına hitap ediyor, fiziksel güzelliklerindeki estetiğe hayranlık, kişiliklerine saygı duyuyor. Flörtü aşka giden yol olarak görüyor ve asla evlenmiyor!
Bir tarafta kendine hedef belirlediği kadını elde ettikten sonra bir daha görmek istemeyen Don Juan, diğer tarafta birlikte olduğu yüzlerce kadının hayatından çıkmayıp onlarla dost kalan Kazanova!
Don Juan bir efsane, Kazanova ise efsanenin vücut bulmuş hali!
Kazanova sevmeyi seven, aşka derin bir tutkuyla bağlı, kadınlarla birlikte olduktan sonra da hayatlarında kalmaya devam eden hassas bir adam! Don Juan ise kadınlardan değil onlarla birlikte olmaktan hoşlanan, hazlarının peşinde koşarken kimsenin duygularını ve düşüncelerini umursamayan, ruhunda derinlik taşımayan bir hayal ürünü!
4 Haziran Kazanova’nın ölüm yıldönümüymüş, aşka aşık bir adamın vefatının sene-i devriyesi!
Kazanova’yı anarken Don Juan’dan da bahsetmemek olmazdı tabi!
İkisi de aşka aşık, fark şu;
Don Juan, hevesi bitene kadar!
Kazanova, nefesi yetene kadar!
………………………………*…………………………
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Kaybı: Sanat dünyasından bir yaprak daha koparttı! Unutulmaz yapımlara imza atan, rol aldığı oyun ve filmlerle birçok ödül kazanan, sinema ve tiyatro oyuncusu Ahmet Uğurlu hayatını kaybetti! Canlandırdığı karakterlerle kalbimizde daima yaşayacak olan kıymetli sanatçıya Allah’tan rahmet, sevenlerine rahmet diliyoruz. Şimdi “Tabutta Rövaşata’” zamanı sevgili Uğurlu! Işıklarda uyu!
Haftanın Meyvesi: Yaban mersini! Sizi bilmem ama yaz deyince akla önce güneş, sonra envai çeşit meyve geliyor! Yazla birlikte rengarenk meyvelerin geçit töreni başlıyor! Karpuz, erik, kiraz, şeftali ama yapılan araştırmalara göre en faydalısı yaban mersini! Hafızayı ve psikomotor fonksiyonu iyileştiriyor, hücre hasarını düzeltiyor, kalp krizi ve felç ihtimalini düşürüyor! Meyve değil kutsal yiyecek mübarek! O zaman kamu spotu; Bol yaban mersini tüketmek gerek!
Haftanın Şehri: Aslında yılın şehri! IMD Akıllı Şehir Endeksi, dünyanın en akıllı şehirlerini belirledi! Akıllı şehir, daha verimli, sosyal, erişilebilir, eşitlikçi, teknolojik ve yaşanabilir bir şehir anlayışını ifade ediyor! Bu yıl dünyanın en akıllı şehri 4. kez üst üste Zürih seçildi. İsviçre’nin başkenti, toplu taşıma, temel sağlık hizmetleri, eğitim ve kamu güvenliği konularında zirveyi bırakmayacak gibi! ‘ İstanbul kaçıncı sırada’ diye soracak olursanız, İstanbul şehir olmayı becerebilirse bir gün aklına da bakacağız inşallah! Megaköy İstanbul! Yolun daha çok uzun!
Haftanın Uyarısı: Kalbimi sızlattı! Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Gazze’de 10 çocuktan 9’unun ciddi gıda kıtlığıyla mücadele ettiğini, yetersiz beslenmenin hayati tehlike riskini artırdığını bildirdi. Önceden Afrika’daki çocuklar şimdi de yanıbaşımızdaki çocuklar! Çaresizce izliyoruz, harekete geçmiyoruz! Merak ediyorum, o masum çocuklara acımayanlar, mezarlarında nasıl rahat uyuyacaklar!
Haftanın Yasağı: İçimi ferahlattı! İstanbul Valiliği, ormanlık alanlara girişlerin 10 Haziran-15 Ekim 2024 tarihleri arasında yasaklandığını açıkladı! Yaz mevsiminin gelmesiyle ormanlık alanlarda artan hareketliliğe paralel olarak yaşanan ve İstanbul ormanlarında ciddi hasarlar oluşturan orman yangınlarının önüne geçebilmek amacıyla mangal yapmak, tüp kullanmak, nargile ve her türlü ateş yakmak yasaklandı! Çok da iyi oldu, bitmeyen yangınlar, ülkemizin ciğerlerini soldurdu, Allah bir daha yaşatmasın inşallah!