Beyaz baston

Hayatı algılayış biçimimiz 5 adet duyuyla!

Görerek, dokunarak, duyarak, tadarak, koklayarak! Bir sürü organımızla yaşıyoruz ama 5 organımızla algılıyoruz yaşam denen olayı! 5 organ da ne kadar önemli, 5’i bir yerde gibi değerli!

Canım kalp olmazsa yaşayamayız, ciğerimiz olmasa da öyle hatta midemiz de ama gözlerimiz olmasa yaşayabiliriz, kulaklarımız olmasa da! Tat almadan, koklamadan da yaşanabilir yıllar boyunca’ mı dediniz yoksa?

Yaşarsınız tabi, yaşarsınız! Görmeden de nefes alabilirsiniz, tat almadan da onlarca yıl yaşayabilirsiniz ama ne kadar keyif alabilir, ne kadar mutlu olabilirsiniz?

Görmediğinizi düşünün bir an için! Kapatıp gözlerinizi sımsıkı kalın öylece! Yürümeye çalışın o şekilde, yemek yemeye, duş almaya, bir şeyler izleyip okumaya! Sonsuz bir karanlık içinde hapsolduğunuzu hissedin! Her gün gece gibi değil mi, sabah hiç olmuyor. İstediğin gibi hareket edemiyorsunuz hep bir hesap kitap hali, kontrollü ve yavaş hareketlerle, el yordamıyla tanıyorsun çevrendeki her şeyi! Önünde bir cisim mi var çarpabileceğin, kırılan dökülen bir şey var mı yerde, ayağını kesebileceğin! Az ötede yardım isteyen biri var, derdi ne- nasıl yardımcı olabilirsin görmüyorsun, çaresizsin!

Değil sevdiğin kişinin yüzüne, aynadaki suretine bile hasretsin! Süslenmek bile anlamlı gelmiyor, bilmiyorsun ki istediğin gibi misin! Beğeni dolu bakışlara, karşındakinin gözlerinden süzülen destekleyen- motive eden ışıklara hasretsin! Kırda oynayan çocukları, sahil kenarında, ateş yakıp dans eden insanları, tiyatroyu- sinemayı göremiyorsun. Hayal ediyorsun ama hep eksik kalıyorsun!

Okurken bile darlandı içiniz değil mi? Benim darlandı valla! Sadece düşününce, gözlerini yumup birkaç dakika bekleyince bile kötü hissediyor insan peki bunu ömrünün sonuna kadar yaşamak zorunda kalanlar! Doğuştan ya da sonradan görme yetisini kaybedip müebbet bir karanlığa mahkum olanlar!

Hatırlarsınız Kovid-19 virüsünün semptomlarından biri de geçici olarak tat ve koku alamamaktı! Ya bir de geçici olarak kör olmak olsaydı? O korkuyu, kaosu hayal etmek bile korkutucu-yıpratıcı!

Görememek, görmek engelli olmak, kimsenin kendi tercihi değil! Bugün görebiliyor olsak da yarın herhangi bir nedenle göremeyebiliriz. Hepimizin başına gelebilecek bu talihsiz sağlık problemini yaşayanların hayatlarını kolaylaştırmak, yardımcı olmak, onlara sahip çıkarak sorunlarına ortak olmak da insani bir görevimiz!

Beyaz bastonun, görme engellilerin sembolü olduğunu biliyor muydunuz peki?

Bundan 102 yıl önce İngiltere’nin Bristol şehrinde, James Biggs adında bir fotoğrafçı bir kaza geçirerek görme yetisini kaybediyor. Geçirdiği şoku atlatıp gündelik yaşantısına devam etme kararı alıyor ama işe, markete ya da arkadaşlarıyla buluşmak üzere bir yere giderken evinin çevresindeki trafik yoğunluğundan tedirgin oluyor. Bunun için de kendince bir çare buluyor ve bastonunu beyaz renge boyuyor! Beyaza boyanmış baston, büyük ilgi görüyor ve görme engelli birçok kişi bastonunu beyaz boyuyor.  Bu hareket, Şubat 1931’de Fransa’da görme engellilerin katıldığı ulusal beyaz baston hareketi olarak bir kampanyaya dönüşüyor ve görme engelliler için bir bağımsızlık sembolü oluyor.

Tüm dünyaya yayılan bu kampanya, ülkemizde de uygulanmaya başlıyor ve toplumsal farkındalık oluşturmak amacıyla her yıl 7-14 Ocak tarihleri arası “Beyaz Baston Görme Engelliler Haftası” olarak anılmaya başlıyor!

Engellerin kaldırıldığı, farkındalığın arttığı eşitlikçi bir dünya temennisiyle “Beyaz Baston Görme Engelliler Haftasını” destekliyoruz, yanında bir eklemeyle;

Bazı insanlar gözleriyle görür bazıları da kalpleriyle! 

………………………………………..*……………………………………. 

Göründüğü Gibi Değil 

Görmek ve görememek! Bunu yazdık, anlattık ama en az bunun kadar önemli bir mevzuyu paylaşmadan yapamazdık!

Soru şu; ‘Bakıyoruz da görüyor muyuz?’ Bence bu soruya da bir el atmalıydık’

Bakmakla görmek aynı şey değil, bunda hemfikiriz değil mi! Bakmak gözün işidir, görmek kalbin!

Görmek için önce bakmak gerekiyor, vücudun işi bakmak! Ama görmek, ruhun görevi! İşin sırrını Konfüçyüs çözmüş belli ki! “Her şey güzeldir ama herkes göremez” demiş, Konfüçyüs! Demek neymiş, görebilmek sadece gözlerimiz yetmezmiş!

Bu biraz da duymak ile anlamak arasındaki farka benzemiyor mu sizce de? Bir sürü gürültü patırtı içinde duyuyoruz bir şeyler de, anlıyor muyuz duyduğumuzu? Yoksa bir lafa mı bakıyoruz bir de söyleyene, adam mı diye? Dediği gibi rahmetli Tuncel Kurtiz’in; ‘ Herkes duyar da marifet anlamakta yeğen!

Neyse konumuz ‘bakmak’, dersimiz- pardon derdimiz ‘görmek’!

Görmeyi bakmaktan ayıran şey ise ‘fark etmek’! Doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, edebi edepsizden ayırt edebilmek için görmek gerekir. Görmek, gözün yapabildiği bir şey değildir vesselam, içinizde gerçekleşen, ruhunuza ait olan bir şeydir, gözde değil kalptedir!

Görünenle gerçek olan da aynı şey değildir çoğu kez!

Her şey göründüğü gibi olsaydı mesela, avucumuza aldığımız denizin suyu da mavi olurdu. Hayata enerjisini veren, enerji dediğimizde zihnimizde canlanan resim, her seferinde farklı bir ressamın fırça darbesi aslında! Hayat yabancı bir dil ise öğrenmek zorunda olduğumuz, tercümanı yoktur maalesef bu dilin! Dili tercüme eden, bazen dilsiz birinin dokunduğu piyanonun tuşları, bazen sevgilinin bitmesini istemediğimiz dokunuşları hatta kimi kez de Etiyopyalı bir genci rekora koşturan ayaklarıdır.

Ama en güzel yorum, bu işin kralı Mevlana’nındır;

“Bakmakla görmek arasındaki fark nedir?” diye sormuşlar Mevlana’ya! O da şöyle cevaplamış:

– Senin baktığına herkes bakıyor ama ya görebildiğini herkes görebiliyor mu? Aralarındaki tek fark sensin!

Bu aralar başucumda Mesnevi durup hazır onu okurken akşamları, tam yeridir şu an- şöyle de denebilir:

“Bugün hayat veren su, yarın sizi boğabilir! Girmekten korktuğunuz kovuk, tek sığınağınız olabilir! Sevdikleriniz, bir günde üstünüzü çizebilir, bir günde bağrına basabilir! En yakın sandığınız, sizi her an üzebilir!

Ve bir gün, önceden varlığını hiç bilmediğiniz biri çıkagelip sizi, sizden bile çok sevebilir!

Çünkü, Hiçbir şey, göründüğü gibi değildir! 

………………………………………………*……………………………….. 

Şahane Kadın

Sessiz ve asil bir duruşla hayatımızdan geçen insanlar vardır. Öyle bağıra çağıra, ‘ben buradayım- ben buradayım’ diye haykıra haykıra geçmez onlar! Dokunur geçerler kalplere, kazınırlar zihinlere! Rüzgarı yeter onların dikkatinizi çekmeye, yetenekleri konuşur onların yerine!

O da onlardan biriydi işte!

Girit göçmeni bir ailenin biricik kızıydı! Sanat yeteneğini, ressam annesinden almıştı besbelli!

Piyano çalmayı 5 yaşında öğrendi!

Ortaokulu İstanbul’daki Notre Dame de Sion’da, liseyi Fransa’daki Versay Lisesi’nde bitirdi. Daha lisedeyken evlendi. Dedim ya yetenekliydi ve bu yeteneğinin peşinden gitti, Amerika’da tiyatro eğitimi aldı. Sinemaya da Ertem Göreç’in “Karanlıkta Uyananlar” filmiyle adım attı. Ama her konuda da yetenekli de olunmaz ki canım, aynı zamanda sesi de muazzamdı. Fransa’nın ünlü Olimpia’sına çıkan ilk Türk sanatçı olarak tarihe adını yazdırdı. Fransa, bu sarışın yıldızı bağrına bastı, defalarca kez ayakta alkışladı. Polonya Sopot Festivali’nde, Kızılderililer için şarkı söyledi; dünya birinciliği kazandı. Ünü dünyayı kasıp kavururken memleketini de unutmadı, Turizm Bakanlığı’nın isteği üzerine Yunus Emre’nin 650. yıl dönümü için albüm hazırladı, büyük ustayı dünyaya tanıttı. Memlekete sığmadı, Fransa’dan taştı, Berlin’de tiyatro oynadı. “Hamlet” rolünü oynayan dünyadaki sayılı “kadın oyunculardan biri” olarak hafızalara kazındı, camiada ‘erkek Hamlet’ olarak anıldı. Türk televizyon tarihine damga vuran ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisinde Kanuni Sultan Süleyman’ı canlandıran Halit Ergenç’e oyuncu koçluğu bile yaptı. Sayısız filmde oynadı ama Yeşilçam’ın başyapıtlarından “Ah Güzel İstanbul”daki İzmir’deki evinden kaçıp İstanbul’a “artist” olma hevesiyle gelen “Ayşe” rolü ile zirveyi kucakladı. Türkiye’de değil ama İtalya’da “en iyi kadın oyuncu” ödülünü kazandı. 1972’de de Devlet Sanatçısı ünvanı ile onurlandırıldı.

O, müthiş bir tiyatro ve sinema sanatçısı, olağanüstü bir şarkıcı, Ayla Algan’dı!

“Aç kalırım da kötü rol oynamam, kötü karakter canlandırmam” diyen yüz akı, ülkemizin medar-ı iftiharıydı!

Ve bu şahane kadın, ne yazık ki aramızdan ayrıldı!

Nurlar içinde, huzurla uyu Ayla Algan!

Alkışlar kesilmedi, devam ediyor hala arkandan! 

…………………………………………*…………………………………………… 

HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın Kaybı: Türk sanat müziğinin en önemli isimlerinden birinin kaybı oldu! Türk sanat müziğinin usta isimlerinden Yüksel Uzel, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg şehrinde kanser tedavisi gördüğü hastanede,73 yaşında vefat etti! Yıllar önce geçirdiği beyin kanaması nedeniyle sahneleri bırakan ve Güney Afrika’ya yerleşen Uzel, bir süredir kanserle mücadele ediyordu. Sesi, hanımefendiliği ve zarafeti ile gönüllere tahta kuran usta sanatçıya Allah’tan rahmet diliyoruz. 

Haftanın Tazminatı: Adaletsizliğe verildi! Amerika’da haksız yere 44 yıl hapis yatan kişiye, 25 milyon dolar tazminat ödeneceği açıklandı! 54 yaşında bir kadına tecavüz suçlamasıyla 44 yıl hapis yatan siyahi Ronnie Long’un suçsuz olduğu ortaya çıktı. Polisin delilleri kasıtlı olarak sakladığının anlaşılmasının ardından mahkeme, Long’un mahkumiyetini kaldırıldı! Haksız yere, 44 yıl 3 ay 17 gün hapis yatan Long’a verilecek olan 25 milyon dolar, ülke çapındaki en büyük “haksız mahkumiyet tazminatlarından biri” olarak tarihe geçti! Adalet illa tecelli ediyor bazen erken bazen geç ama illa oluyor! 

Haftanın Firarı: Ekvator’da yaşandı, alarmlar çaldı! Ülkenin en büyük uyuşturucu çetesinin lideri, kaldığı cezaevinin yüksek güvenlikli özel bölümünden kaçtı! Ekvador’da 60 günlük OHAL ilan edilirken, komşusu Peru’da da, artan şiddet olayları sebebiyle kırmızı alarm verildi! Farkında mısınız ama dünya ciddi bir krize girdi, kaos aldı başına gitti! Belki de uzaylılar çoktan gelecekti de baktılar ortalık karışık, cesaret edemediler! 

Haftanın Alarmı: Sağlık sektöründen geldi! Bu yıl viral enfeksiyonlar nedeniyle yoğun bakımlara yatışlarda mevsim normallerinin üzerinde bir artış yaşandığını belirtildi! Normalde yoğun bakımlarda doluluklar yüzde 65-70 civarında seyrederken şu an bu oranın yüzde 100’ler civarında olduğu görülüyor! Bence ülkece yine bir pandemi yaşıyoruz çaktırmadan. Kimse bir şey demezse, dile getirmezse böyle atlatacağız gibi sanki. Aman sessiz! 

Haftanın Ataması: Fransa Başbakanı Elisabeth Borne’un görevinden istifa etmesinin ardından yeni başbakan olarak 34 yaşındaki Eğitim Bakanı Gabriel Attal atandı! Gabriel Attal, Fransa’nın en genç ve eşcinsel olduğunu açıkça ifade eden ilk başbakanı! Fransa yönetiminin renkli simaları da magazin sütunlarından düşmüyor maşallah! Eski cumhurbaşkanları Sarkozy’nin şarkıcı eşi Carla Buruni, şimdiki cumhurbaşkanı  Macron’un kendisinden 25 yaş büyük karısı Brigitte, şimdi de eşcinsel başbakanı Gabriel! Bakalım Fransızlar, daha neler görecekler!                                             

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir