DİYARBAKIR- Mikail Gül, 1990’lı yıllarda Diyarbakır’ın Kulp ilçesindeki köyü ‘güvenlik’ gerekçesiyle yakılınca şehir merkezine yerleşmek zorunda kaldı. Şehir merkezinde birçok işe girip çıkıyor. Biriktirdiği parayla çekçek alıyor ve çekçek ile yük taşımak mesleği oluyor.
Çekçek ile yük taşıyan insanların sayısı azaldı gibi görünüyor. Ancak Gül, “Fakirlik bitmediği sürece bu iş bitmez” diyerek yoksulluğa dikkat çekiyor. Merkez Sur ilçesinin kapılarından biri olan Urfa Kapı civarında gelecek işi bekliyor. Yazın surların serin gölgesinde müşteri bekleyen Gül, kışın ise yaktığı ateşle ısınmaya çalışıyor. Hiçbir sosyal güvencesi olmadan 30 yıldır çekçek ile yük taşımak için beklediği alan da güven vermiyor.
‘CEVİZ AĞACINI BİLE YAKTILAR’
Zaman zaman köyüne geri dönmek istemiş Gül ancak köyde yaşayabileceği bir evi kalmamış. Köyden kopuşunu, “Kulp doğasıyla, bağıyla bahçesiyle, koca ceviz ağaçlarıyla bilinir. Dedemin diktiği bir ceviz ağacımız vardı, onun gölgesinde büyüdüm. Onu bile yakmışlardı. Bir daha da ayak basmadım Kulp’a” sözleriyle anlatıyor.
‘ÇEKÇEKLE BİZİMKİ İLK GÖRÜŞTE AŞK’
Kulp’tan göç ettikten sonra Diyarbakır’da çeşitli işler yapıyor Gül ve topladığı para ile bir çekçek alıyor. “O zamanın parasıyla 20 TL’ye aldım bunu. Bizimki ilk görüşte aşk. Tekerleri parlaktı. Hemen eve götürüp Kulp’tan getirdiğimiz bir halı ile üstünü yamadım. Bazı arkadaşlarım isim koyar çekçeklerine ama ben koymadım. Bizim ismimiz var da ne oldu sanki. Ama hakkını yemeyelim, ilk aldığım zamanlar araba çok yoktu, tüm sokaklar bizimdi. Şehrin tozunu atıyorduk bu çekçeklerle. Çocuklarımın birkaçı bu arabanın üzerinde büyüdü. Bununla ilgili çok anım var, çok.”
‘URFA KAPI BAZEN EKMEK BAZEN CEHENNEM KAPISI’
Gül, taşıma şirketleri çoğaldıkça eskisi kadar iş yapamadığından şikayet ediyor. İsim koymadığı çekçekle kilometrelerce yol gidip gün içinde en fazla 400-500 TL kazanıyor. Arabalar daha hızlı ve insanlar genellikle onları tercih ediyor. Gül şöyle devam ediyor: “Bazen saatlerce Urfa Kapı’da bekleriz iş gelsin diye. Şanslıysak o gün 400-500 arası bir şey kazanırız. Ama bazı günler siftah bile açmayız. İş için beklediğimiz Urfa Kapı bazen ekmek bazen cehennem kapısı. Kışın kolay ama yazın o sıcakta iş beklemek cehennemin kapısında beklemek gibi bir şey.”
‘EN ZORU SUR OLAYLARINDA EŞYA TAŞIMAKTI’
63 yaşındaki Gül, artık kimsenin iş olarak tercih etmediği çekçek ile Diyarbakır’ı baştan aşağı gezip eşya taşıyor, ev taşıyor ya da demir toplayıp satıyor. Her ne kadar bu işi yapan insan sayısı gün geçtikçe azalsa da Gül, ‘’Fakirlik bitmediği sürece bu iş bitmez” diyerek yoksulluğa dikkat çekiyor.
Yıllar içinde mahallelerin ve şehrin değişimine de şahitlik eden Gül, “Yıllardır bu şehirde her eşyayı taşıdım ama en zoru Sur olayları nedeniyle göç etmek zorunda kalan insanların evlerini taşımak oldu. Bu çekçekin taşıdığı en büyük yük evinden bir yorganla, yastıkla ya da birkaç erzakla kaçan insanlardı. Ailelerinden, çocuklarından kalan albümler ile anılarını taşıyan insanlardı” dedi.
‘GEÇİM DERDİ, EKONOMİK KRİZ ASIL YÜK ONLAR’
7 çocuk babası olan Gül’ün sağlık sigortası yok. Yazın 50 derece sıcakta, kışın karda bu işi yapıyor. Özel hastanenin pahalı olduğunu ve devlet hastanelerinde sıra bulmakta zorlandığını belirten, Gül şöyle devam ediyor: “Hastane bedava ama sıra bulmak zor. Yaşlandım artık, kemik ağrılarım arttı. Kolay mı, 30 yıldır dağ bayır gezdim bu çekçek ile. Yük arabanın üstünde diye işimizi kolay sanan varsa yanılıyor. Taşıdığım yükten bahsetmiyorum, geçim derdi, ekonomik kriz, asıl ağır yük onlar.”
‘BAZILARININ ÇÖPÜ BAZILARININ İHTİYACI’
Sur, Fiskaya, Ben û Sen mahallelerinde iş yapmayı sevdiğini belirten Gül, o mahalleleri şöyle tanımlıyor: “Nereden iş gelirse oraya gitmeye çalışırım ama genellikle fakirlerin yaşadığı yerler benim meskenimdir. 75’te yaşayan insanın benimle ne işi var. Uzak olduğu için değil zengin muhiti olduğu için söylüyorum. Bazı arkadaşlar oraları gezer ama iş için değil, biri belki mobilya atmıştır diye. Düşün ki bazılarının çöpü bazılarının ihtiyacı işte. Ama Ben û Sen, Fiskaya ya da Sur’da iş yapmayı seviyorum. Manzara izliyorum kendime, yokuştan inmeye çalışan çocukları bindiriyorum, samimiyet var oralarda. Diclekent, 75 tarafları bize gelmez, onlar asansörlü taşımaya geçeli çok oldu, biz burada halen müşteriler ile fiyat tartışıyoruz.’’
‘ÇEKÇEK BABA MESLEĞİ OLAMIYOR’
Kendisiyle aynı işi yapan arkadaşları ölünce çekçeklerin de öldüğünü belirten Gül, “Bu iş babadan oğula geçen bir iş değil. Ne diyeceğiz çocuğa ‘Hamallık aile geleneğidir, al bu çekçek babandan sana hediye’ mi diyeceğiz? Sahipleri ölünce çekçek de ölüyor işte. Çocukları başkasına satıyor çekçeği ama bu işe devam edeyim demiyor. Haklılar, ne diyelim ki. Eskiden her mahallede bir çekçekçi olurdu, şimdi bir avuç insan nakliye arabalarına karşı yarışmaya çalışıyor” diye konuştu.
‘ÇALIŞARAK ÖLMEYİ TERCİH ETTİK’
“Çekçek yavaş ama doğaya zarar vermiyor” diye belirten Gül, “Çekçekin yavaş olduğundan şikayetçi bazıları. İklim krizinden de şikayetçiler ama her yer egzoz dumanıyla kaplı. Yavaş ama doğaya zarar vermiyor bunlar, bu nedenle gelsinler eşyalarını çekçekle taşısınlar. Özellikle öğrenciler gelsin hem uygun bir şeyler yaparız onlara, hepimiz çocuk büyüttük. Bazıları yaşlıyım diye halime üzülüyor ama turp gibiyim çok şükür. Ya çalışacağız ya öleceğiz. İşte biz de çalışarak ölmeyi tercih ettik.”